rollo may etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
rollo may etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Nisan 2016 Cuma

Kendini Arayan İnsan…


Günümüz modern insanı toplu şizofreni, toplu nevroz yaşıyor.
Bu nevrozun ürettiği endişe duygusunu da ilaçlarla, uyuşturucularla, alkolle, TV ile, sahte ilişkilerle uyutmaya ve avutmayı çalışıyor. Daha fazlasına sahip olursa endişeden kurtulacağını sanıyor. Ama içindeki boşluğu bir türlü dolduramıyor. Kendini tekrar ederek bu kez farklı bir sonuç alacağı yanılsamasından bir türlü kurtulamıyor. Modern insan mutsuz, doyumsuz ve korku dolu.

Rollo May, bu kitabında içinde yaşadığımız endişe çağında modern kadın ve erkeğin, toplumun ‘’ normal ‘’ hale gelmiş nevrotik yapısından nasıl etkilendiğini inceliyor. Günümüz insanının çelişkilerini espri ve hayal gücü zenginliğiyle donanmış olarak ortaya koyuyor.
Bu kitap, itaatkârlığı erdem sana ve yaşadıklarını iddia eden ‘’ ölü ‘’ insanlar için değil; yüzyıllık yalnızlığı sona erdirmek, ruhunu uyandırmak ve kendini bulmak sona erdirmek, ruhunu uyandırmak ve kendini bulmak isteyen insanlar için. Bilgi çağından bilinç çağına geçiş, insanın kendini tanıması ile başlar. Kendini tanımak süreci ise ‘’ sanal sevgi ‘’ den ‘’ gerçek sevgi ‘’ ye doğru uzanan köprünün inşasıdır.

Çok uzun zamandan sonra ilk defa bir psikoloji kitabı beni bu kadar çok etkiledi. Bir sonra ki sayfayı büyük bir açlıkla çevirdim. Yenir bir bilgi edinmenin açlığı ile. Psikoloji ve felsefe karışımı bir kitap, insanın kendini tanıması, kendi benliğini tanıması adına yazılmış. Kendi benliğinin farkına varılmasını hem kendi yaşamsal dönemlerimiz hem de tarihsel süreçte insanın yolculuğu içinde anlatıyor.

Arada özgürlüğünüzden ve sorumluluk bilincinizden ödün vermeden, mirasını devraldığımız geleneklerle kendi benliğimiz arasında nasıl bir bağ oluşturabiliriz?

Kitapta alıntı yapılan Dostoyevski’nin Yüce Yargıç adlı hikâyesi benim oldukça ilgimi çekti.
Hikâye Hz. İsa dünyaya ya geri gelir ve sesiz sedasız insanları iyileştirmeye başlayıp İspanyol Engizisyonun Başyargıcının bunu fark etmesi ve dini bozduğu gerekçesi ile onu hapse atılmasını anlatıyor.

Ve buradan geneleme yaparak yazarın ulaştığı sonuç hakikaten tüylerini diken diken ediyor. Kitabı okursanız lütfen bu konuda sizde düşünün. Bu arada bende, bu hikâyenin tamamını en kısa zamanda okumalıyım.

Kitap din konularında da farklı bakış açısı sergiliyor, dinin genel anlamda kavrayışımız ve benliğimize etkisi hakkında. Yazar bunu anlatırken genel olarak Batı değerlerini alsa da anlatmak istediği daha genel olduğu için beni referans aldığı Hristiyan değerleri beni ne rahatsız etti, nede beni kitaptan uzaklaştırdı. Çünkü bura anlatılan özel anlamda Hristiyanlık değil genel olarak birim yaşadığımız anladığımız din. Yazarın Batılı olması referans kaynaklarının da kendi yaşamından vermesine yol açmış.

Paul Tillich’ten yapılan bir alıntıda;
Tanrının varlığını kanıtlamaya çalışmanın Tanrının olmadığını savunmakla, yani ateizmle eş anlamlı olduğu savunur. Tanrının varlığını kabul etmekte de reddetmek kadar ateistçe bir tutumdur. Tanrı var olmanın ta kendisidir, ayrı bir varlık değil.

Sevgi konusunda da oldukça ilginç ama benim düşününce doğruluğuna inandığım tezler öne sürüyor. Mesela, bir çocuk ergenliğe gelmeden gerçek anlamda sevemez, sevgi kavramı ve bir şeye ihtiyacı olduğundan değil sadece sevgiyi vermek olduğunun farkına ancak o zaman varır.

Kitap hakkında anlatılacak o kadar çok şey var ki, ben bu yazı için bunları seçebildim ancak.
 Bu kitabı herkese, özellikle insanı merak eden, çevresini anlamaya çalışan, görünenin ardını merak eden herkese ama HERKESE öneririm.

Sevgiler…